PSİKANALİZ VE DİN

PSİKANALİZ VE DİN

Prof Dr. Ali KÖSE

Kısaca Jung Kimdir?

1875 yılında İsviçre’nin Kesswil kentinde bir din adamının oğlu olarak doğdu. Ailesinin ilk çocuğu doğumdan sonraki birkaç gün içinde ölmüş olup, kendisi ondan sonra doğan “kıymetli bebek” durumundaydı. Kendisine o dönemin sayılan kişilerinden olan dedesinin adını verdiler. Köydeki okuldan sonra gittiği Basel’de sık sık fenalaşarak bayıldığı, bu nedenle sara hastalığı düşünüldüğü ama muayenesinin normal çıktığı görülmüştür. Babasının kendisi ile kurduğu daha olumlu ilişki ile olasılıkla psikiyatrik kökenli olan bu sorunun üstesinden gelebilmiştir.

Tüm okul hayatı ve üniversitedeki tıp eğitimini Basel’de tamamladı. 25 yaşında iken psikiyatri uzmanlığı eğitimine Zürih’te başladı. 2 yıl sonra Pierre Janet’den ders aldı.Daha sonra Zürih’te Bleuler’in yanında çalışmaya başladı. Sözcük çağrışım testleri üzerine araştırmalar yaptı. 28 yaşında iken psikiyatri uzmanı oldu ve evlendi. 30 yaşında iken, Zürih Üniversitesi’nde öğretim görevlisi oldu. 2 yıl sonra Freud ile karşılaştı, onun etkisinde kalarak psikanalize ilgi duymaya başladı. O yıl psikiyatri kongresinde histeri konusunda Freud’un sözcüsü olarak konuşma yaptı. Bu dönem sonrasında “sözcük çağrışım testi” üzerinde çalışmalar yapmaya başladı. 36 yaşındayken, Uluslararası Psikanaliz Birliği’nin ilk başkanı oldu. Bir yıl sonra Freud’un teorilerini eleştirdiği bir kitap yazdı. Ertesi yıl Freud ve onun ekolü ile arasındaki görüş ayrılıkları sonrası psikanaliz birliğinden, editörlük görevinden ve Zürih Üniversitesi’ndeki psikiyatri doçentliğinden istifa ederek, grup ile ilişkisini kesti. Bu dönemi izleyerek, bilinçdışının yapısını araştırmak üzere çalışmaya başladığı çok fazla aktif olmadığı , yayın yapmadığı, askere alındığı bir dönemi olmuştur. 46 yaşında iken “Psikolojik Tipler”adlı eserini yayınladı.

Kollektif bilinçdışı ve bilinçle ilişkisini, kişinin psişik gelişimi ve bireyselleşmesini konu alan yayınlarda bulundu. Jung bu araştırmalarını yaparken Amerika, Güneydoğu Asya ve Afrika kıtalarına giderek modern hayattan uzak yaşayan topluluklar üzerinde de incelemelerde bulundu. Bu çalışmaları sonucunda kollektif bilinçdışı kavramının bireylerin beyinsel yapılarının ve düşünce şekillerinin daha eski katmanlarına ait yapılarla ilişkili olabileceğini öne sürmüştür. 55 yaşında iken Alman Psikoterapi Derneği’ne onursal başkan seçildi. 3 yıl sonra Hitler yanlısı politik görüşlerin dernekte etki göstermesi sonucu Kretscmer Alman Psikoterapi Derneği başkanlığından istifa edince yerine kendisi getirildi. Bu dönemde nazi yanlısı olmakla suçlanmış, ama kendisi bir çok zor durumdaki psikoterapiste yardımcı olmaya çalışmıştır. 60 yaşında İsviçre’de psikoloji profesörü olarak görev yapmaya başladı. 69 yaşında iken kalp krizi geçirdi, bundan sonra daha dini bakış açıları geliştirdi, ruhun metafiziğe ve dinsel bir temaya ihtiyaç duyduğunu öne sürmüştür. 73 yaşında iken Jung Enstitüsü kurulur. Son eseri “İnsan ve İnsanın Sembolleri” de dahil olmak üzere otuz kitap ve sayısı doksanı aşan makale yayınlamıştır. Mitolojiden, antropolojiye, en doğudan en batıya, kuzeyden güneye farklı coğrafyalarda ve farklı bilimsel alanlarda araştırmalar yapıp, farklı alanlarda farklı bakış açıları sağlamıştır. Psikiyatrinin çalışkan ve ilginç adamı 86 yaşında hayata gözlerini yummuştur.. Jung, Freud’un görüşlerinden bağımsız olarak, özgürce çalışabilmiş, kesin hatlar içine sınırlı kalmayarak, psikanaliz içinde bahsedilmeyen pek çok konuda “Analitik Psikoloji” adı altında topladığı ekol içinde kuramlar üretmiştir. Freud’un “libido” olarak adlandırdığı, pek çok his ve düşünceyi açıklamaya çalıştığı cinsel dürtülerin kök verdiği enerjiyi, sadece cinsel enerji olarak değil ruhsal enerjinin bütünü olarak kabul etmiştir. Freud’un libido kavramını bırakarak, “psişik enerji” ismini kullanmıştır. Bu enerji bazen bilinçaltında toplanıyor, bazen de çeşitli içgüdülerimizin birinden diğerine geçebiliyordu. Çeşitli sosyal aktiviteler, gelenek ve alışkanlıklarla bu enerji farklı eylemlere yönlendirilebilmektedir. Analitik psikolojiye göre, her insanın bir dış bir de iç dünyası vardır. Çevremize yönelik olarak “persona” denen, bulunduğumuz çevreye, kültüre uyum sonucunda kazandığımız özellikler bütünü tanımlanmıştır. Eğer buna körü körüne uyacak derecede, kendi beynimizle sorgulamadan toplumsal kalıbı özümsersek, kişiliğimizle ilişkimizi kaybedebiliriz. “Gölgelenmiş kişilik” denilen yapımız ise, gizlediğimiz kendimizin de farkedemediği alkol kullananlarda da gözlenebilen bilincimizin baskıdan kurtulduğu anlarda gerçekleştirdiğimiz düşünsel ve eylemsel yaklaşımlardan oluşur. Bunu aslında kendimizde olan sevmediğimiz özellikleri, başkalarına atfetme şeklinde

nitelenebilecek olan “yansıtma”larda da gözleyebilmekteyiz. Jung’a göre iç dünyamıza yönelik de çeşitli yapılarımız vardır. Her insanda hem dişiliğe ait bir davranış ve hissediş yapısı( ki buna “anima” adını vermiştir) hem de erkekliğe ait bir yapı( “animus”) vardır. Ona göre bu iki yapı arasındaki dengeye ait sorunlar cinsel kimlik bozukluklarından, kişilik bozukluklarına dek çok farklı psikiyatrik bozukluklara yolaçabilmektedir. Bunların en altında ise, “kendilik” dediğimiz asıl bizim içimizdeki öz olarak düşünülebilecek olan ,rüyalarımızda farklılaşarak ortaya çıkan adeta yerkürenin merkezindeki mağma katmanı gibi enerjik bir yapı vardır. Jung’un “Bireyleşme” olarak tanımladığı sürece göre, tüm yaşamımız boyunca kişiliğimiz şekillenir. Çeşitli dönemlerde çocukluktan ergenliğe, ergenlikten erişkinliğe ve “yaşam dönemeci” dediği otuzlu yaşlarda çeşitli aşamalardan geçer. Bazı doğal hayat yaşayan kabilelerde bu geçiş dönemleri çeşitli törenlerle birbirinden kesin olarak ayrılır. Oysa modern toplum yapılarında bunlara çok daha az rastlandığından kişiler yaşlarına uymayan davranışlar gösterebilirler. Kişi eğer bireyleşmeyi başarmış ise, kendisi ile barışıktır. Çevresi ile anlamlı ilişkiler kurar, başkalarına örnek olur ve ölümün getireceği pişmanlık, çaresizlik ve korku hissini yaşamaz. İnsanlık yolundaki gelişmemiz iyilerimizi geliştirmek, kötülerimizin farkına vararak, azaltmaktaki özverili çabalarımız ile mümkündür.

Jung’un Etkileyen Kişi ve Düşünceler

Freud

Freud ile karşılaşmasından öncede psikiyatr olarak çalışan Jung’un o dönemde de Freud’un etkisi altında olduğunu görmekteyiz. Özellikle Freud’un Rüyaların Yorumu (1900) isimli eseri Jung u etkilemiş ve Rüya ve Sembol analizleri ile ilgilenmesini sonuçta kendi görüşünü ortaya koymasına yardımcı olmuştur.Ayrıca bilinç altı kavramından da ciddi etkilenen Jung bu bilgiyi o zaman için kendi hastalarında pratik olarakda uygulamaya başlamıştır. Bunun sonucunda ise kendi görüşü olan kollektif bilinç dışı kavramı ortaya çıkmıştır.

Literatür

Babasının tek taraflı teoloji kitaplarının içeriği ile ilgli hayal kırıklığına uğramış olsada, Tanrı bilincini ve yaratılış kavramını incelemeye önem vermiştir. Annesinin önerisi ile Goethe’ni Faust’unu okumuş ve bu kitabın etkisi ile psişenin çözümlemesini yapma imkanı bularak insanın içerisindeki gizil şeytani güç ile gelişimsel iç görü arasındaki bağlantıları kurmuştur. Jung ayrıca felsefe ve edebiyat üzerinede ciddi okumalar yapmıştır.

Jkung’un yaşamına baktığımızda Nietzche’nin de önemli bir etkisinin olduğunu görüyoruz. Ona göre Nietzche ve Freud iki önemli temanın batıdaki temsilcileridirler, güç ve eros. Ancak Jung’a göre sonuçta Her ikiside bu kavramların önemi ile ilgi takıntılı durumdadırlar.

Simya

Jung bilincin gelişimi üzerine batı geleneklerini incelemiştir. Özellikle semboller üzerine çalışmış ve simya literatürünün takip etmiştir. Kişilik ve bilincin yeniden yapılandırılarak bireyselleşmenin nasıl ortaya çıkarılabileceğini insan vücudundaki kimyasal etmenlerin değiştirilmesi ile ilgisi üzerine çalışmıştır.

Doğu Düşüncesi

Sembolizm ve mitler üzerine ilerlettiği araştırmaları sonucu Jung bireyselleşme ve kişilik entegrasyonu üzerine kendi teorilerini geliştirmiştir. Bu gelişim aşamalarının ilerlemesi esnasında geleneksel doğu düşüncesi ve felsefesi ile tanışmış ve kendi görüşlerini doğrulama test etme imkanı bulmuştur. Çinceden tercüme edilmiş olan Altın Çiçeğin Sırrı isimli kitap o dönem içerisinde Jung üzerinde ciddi etkiler bırakmıştır.

Ayrıca doğu bilgeliğinde önemli bir model olan Mandala üzerine incelemelerde bulunmuştur. Bireyin gelişimi ve bireyselleşmesi döneminde Mandala’nın çok önemli bir yere sahip olduğunu savunmuştur.

Yoga ve Budizm gibi doğu düşüncelerinin ise batıya uygun olmadığını batı düşüncesi ile çelişebileceğini ileri sürmüştür. Bu felsefelerle ilgilenen batıda doğmuş ve ytetişmiş kişilerin kendi kökleri ile bağlantıyı tamamen kopardıklarını hatta özlerini reddettiklerini söylemiştir. Jung’a göre bu da bu felsefelerle ilgilenen batılıların psişeleri ile bağlantılarını kopardıklarını göstermektedir.

Analitik Psikolojinin Temel Kavramları

Tutumlar: İçe dönük-Dışa dönük

Jung’un üretmiş olduğu kavramlar içerisinde en yaygın oalrak kullanılan iki kavramdır. İnsanı psişesi yorulduğunda şarj olması gereken bir varlık olarak konumlandırırsak içe dönüklük ve dışa dönüklük şarj olma sırasında fişin nereye takılacağını göstermektedir. Her ne kadar hiç kimse tamamen içe dönük ya da dışa dönük oalrak adlandırılmasa da bahsettiğimiz durumda şarjı iç dünyamızdan alıyorsak içe dönük, dış dünyamızdan alıyorsak dışa dönük olarak tanımlanırız.

Fonksiyonlar: Düşünme-Hissetme , 5 duyu-Sezgi

Jung temel psikolojik fonksiyonları düşünme, hissetme, 5 duyu ile algılama ve sezgilerle algılama olarak belirtmiştir. Her fonksiyonun içe dönük ve dışa dönük ifade ediliş tarzı vardır. Bu fonksiyonlardan bir tanesi baskın olarak kişinin psikolojisini ve algı mekanizmalarını yönlendirir. Ve diğer fonksiyonlar ise kendi aralarında göreceli olarak daha az gelişmiş olarak sıralanabilir.

En az gelişmiş olan fonksiyonu Jung primitif, gelişmemiş fonksiyon olarak tanımlar. Ayrıca gelişmemiş fonksiyon kişinin bilinç altını ifadesi olarak ortaya çıkar.

Düşünme ve hissetme fonksiyonları bizim yargılama fonksiyonlarımızı oluşturur. Düşünme fonksiyonu objektif yargı-doğru peşindedir. Bu ne anlama geliyor? Gibi sorular sorar. Bu fonksiyonun ilgilendiği alan doğru-yanlış alanıdır. Plan ve stratejileri üreten yargı merkezidir.

Duygular ise değerlerle ilgilenir ve değer yargıları üzerinden fonksiyonunu ifade eder. Güzel-çirkin sorularına cevap bulmaya çalışır. Bu hangi değerleri içeriyor sorusunu sordurur.

5 duyu ve sezgi fonksiyonlarımız ise bilgiyi toplama, anlama fiillerimizi yönlendirir. 5 duyu fonksiyonu ile duyu organlarımızın doğrudan algıladığı bilgilere doğru yöneliriz. Detayları algılama, somut hadiselerle ilgilenme, dokunma, hisstme bu fonksiyonun görevini ifa ettiği alanlardır.

Sezgiler İlerde ne olabilir, ihtimal dahilinde olan şeyler nelerdir? Gibi ucu açık ve somut olmayan alanlarla ilgilenir. Geçmiş ile gelecek arasında bağlantılar kurmamızı sağlar. Gerçek bilgi ile hayali karıştırabilir. Somuttan çok soyut ilgisini çeker.

Bilinç Dışı

Freud tan etkilenen Jung bu kavramı Kişisel Bilinç Dışı ve Toplumsal bilinç dışı olarak ikiye ayırarak inceler.

Bireysel Bilinç Dışı

Bireyin geçmiş yaşamının kodlanması ve bu güne taşınması olarak ifade edilebilir. Freud’un bilinç dışı kavramına benzemektedir. Farklı olarak Kişisel Bilinç dışı sadece acı dolu hatıraların oluşturduğu bir alan değil bununla birlikte bilinçlilik durumunda yaşanan çok önemli olmayan hatıralarında toplandığı bir yerdir.

Toplumsal Bilinç Dışı

Jung toplumsal bilinçdışı ya da ben ötesi bilinç dışını kişinin kendi yaşamının dışında gerçekleşen ve tüm psişik dünyanın merkezi olarak tanımlar. Zaman ve kültürler içerisinde gelişir. Skinner gibi davranışçı ekole sahip olanların dediği gibi insan tabula rasa (boş levha) ile dünyaya gelmemektedir. İnsanlar doğuştan bilinçaltıalrındaki bazı form ve algılama modelleri ile gelmektedirler. Her insan ayrı zamanlarda ve kültürlerde doğsada toplumsal bilinç dışı herkesde ortak olan bir yöndür.

Jung biyolojik kalıtımın yanında psikolojik bir kalıtımın da olduğunu savunur. Her ikisi de davranış ve tecrübelerimizi etkileyen temel yapılardır.

Arketipler

arketip : Fransızca archetype. ilk örnek, asıl numune, özgün model.

Arketip (Archetype) Jung un getirdiği en önemli ve zor kavramlardan birisidir. Aslında bu kavramı ilk ortaya atan Jung değildir. Bu konuda Jung İbn-i Arabi nin “Ayan-ı Sabite” kavrmından etkilenmiştir. Yaptığı araştırmalarda özellikle rüya analizlerinde, bazı sembollerin kültür ve toplumdan bağımsız olarak evrensel olduğunu görmüş ve bunları insanlığın ortak mirası olarak kabul etmiştir. Arketipler belirli bir şekli olmayan ama aynı anlamı içeren semboller olarak karşımıza çıkar. İnsan psişesinin uç bucaksız potansiyel enerjisinden gelir ve içgüdüsel enerjinin ortaya çıkışını gösterir. Jung un arketip kavramı şu soruyu sordurmuştur. Nasıl oluyorda birbirinden bağımsız topluluklarda hatta en ilkel toplumdan en modern topluma kadar arketipler evrensel oluyor ve aynı manaları içeriyor. Jung bunu toplumsal bilinç dışı kavramını desteklemek için kullanmıştır. Yani insanlığın ortak mirası. Din psikolojisi açısından iki türlü yorumlanmıştır. Birincisi Bu yorumu tamamen din dışı görenlerin fikridir. Onlara göre jung dine zarar vermektedir. Manevi bir uyarı ya da işaret manasını taşıyan semboller jung a göre toplumsal düzeyde kalıtımla ilgilidir ve materyalist bir görüşe kaymaktadır. İkinci görüşü savunanlar ise Jung un dine destek verdiğini öne sürmüşler arketipleri ilahi semboller olarak yorumlayıp toplumsal bilinç dışının ilahi kodlama olduğunu vurgulamışlardır.

Arketiplere örnekler

Persona: Dünyaya gösterdiğimiz yüzümüz. Maskemiz. İnsanlarla ilişki kurduğumuz yönümüz. Bilinçli olduğumuz alandadır. Sosyal rollerimiz, giysilerimiz, kendimizi ifade ediş şekillerimiz hep persona nın göstergesidir. Ego yu ve bilinç dışının arketiplerini koruyucu bir rolü vardır. Sosyal dünya ile teması sağlayarak bilinç altının doğrudan etkilenmesini önler.

Ego: İnsanın bilinç durumundaki ana arketiplerdendir. Bilinçdışı alanla bilinçli alan arasındaki geçişi sağlar. İnsandaki ben duygusunu uyaran arketiptir. Bize kendiliğimizi hissettirir. Roller yoktur öz vardır.

Shadow (gölge): Bilinçli dünyamızda bastırdığımız her şeyi içerisinde barındırır. Gündelik yaşamda bastırdığımız Tutkular, arzular, tecrübeler ve hatıralar gölge kısmımızda yer alır. Gölge kısmımızla karşılaşmaktan korkarız. İçimizdedir ve bir gün kendisini gösterebilir. Bu sebeple gölge genellikler rüyalarda hayvan, cüce gibi sevilmeyen çirkin figürler olarak sembolize edilir.

Self: Bilinç altı bölgesinde yer alan arketiplerimizden birisidir. İnsanın kendiliğini, tamlığını, mükemmelliğini, insan-ı kamil olma potansiyelini temsil eder. Genellikle rüyalarda ve kültürlerde Hz. Muhammed, Hz İsa ve Buda gibi kişilerle temsil edilirler.

Anima (erkeklerde): Erkeklerin içerisinde barındırdıkları bilinç altı düzeydeki kadınsı özelliklerdir. Kadınları sevmenin temeli aslında insanın animası ile olan bağıdır. Anima ile bağ kurulamadığında karşı cinse duyulan ilgi azalır. Anima dengeliyici kuvvettir.

Animus (kadınlarda): Anima nın kadın versiyonu

Bilge Adam: Rüyalarda bize seslenen ve doğru yolu gösteren bilinç altı düzeyinin arketipal forma girmiş halidir. Genellikle beyazlar içerisinde, sakallı ve asalı olarak sembolize edilir. Personanın sosyalliği gereği yapmaktan çekindiği şeyleri yapmasını telkin eder. Vicdan mekanizmasını temsil eder.

Bilge Kadın: Bilge adamın kadın versyonu

Rüyalar

Jung a göre rüyalar bireyin bilinç altını, baskılarını anlamada yardımcı olacağı gibi, semboller vasıtası ile arketiplal ve semboller düzleminde bireyin geleceğini ve metafizik alemde aldığı uyarıları yorumlamada da kullanılabilecek bir olaydır. Freud ise rüyaları sadece bastırılan iç güdülerin ve bilinç altının kendini ifade etme alanı olarak tanımlamaktadır. Jung ise rüyalara mistik hatta kutsal olarak yaklaşmaktadır. Hatta bireyin uykuda rüya görmesinin ötesinde Aktif İmgelem (rüya yazma, hayal etme, rüyayı yaşıyor gibi davranma) metodu ile bilinç halinde de ortaya çıkan sembollerle yorumlamalarda bulunmaktadır. Hatta kendi gördüğü rüyaları da düzenli not alarak analiz etmeye ve yorumlamaya çalışmıştır.

Sonuç Olarak

Karen Horney’e göre Jung zamanında yeterince anlaşılmış bir bilim adamı değildir. Aslında çok fazla anlaşılma çabasında da olmamıştır. Mistisizmi seven Jung bazen fikirlerini de bu hava içerisinde sunmuştur. Ancak günümüzde Jung tekrar önem kazanmaya başlamıştır. Gerek kişiliğin fonksiyonlarının çözümlenmesi, gerek rüya analizlerinin terapilerde kullanılması ve gerek arketipler ile kollektif bilinç dışının günümüzde belki de eskiye nazaran daha sık konuşulur ve tartışılır olması bunun göstergesidir.

No Comments

Leave a Reply